İNSAN UÇAR MI?
“Kendinizi burayla bir bütün haline getirmek derken?”
“Yani, sen ormanın içindeyken, ormanla aranda hiçbir boşluk kalmayacak şekilde ormanla bütünleşirsin. Yağmurun altındayken, yağmurla. Sabah olduğunda sabahla. Benimle birlikteyken, benimle. Böyle işte. Basite indirgersek.”
“Şimdi, sen benimle beraberken, aramızda hiçbir boşluk kalmayacak şekilde benimle bütünleşmiş halde misin?”
“Evet.”
“Nasıl bir duygu acaba? Yani senin tamamen sen olman ve benimle bütünleşmiş olman.”
Başını kaldırıp yüzüme baktı. Sonra, tokasını eliyle yokladı. “Benim ben olmam ve arada hiçbir boşluk kalmayacak şekilde seninle bir bütün olmam çok doğal ve bir kez alıştın mı, çok kolay bir şey. Havada uçmak gibi.”
“Sen havada uçabiliyor musun?”
Sahilde Kafka ,Haruki Murakami
İnsan Uçar Mı?
Nietzsche Zerdüşt’ün de “ağırlığın ruhu”ndan söz eder (3. Bölüm, Vom Geist der Schwere!).
““Ağırlık ruhu”, sanılabileceğin aksine çağımızın ruhudur. Bakmayın siz, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ne. Bu hafiflik, çekilmez, kaldırılamaz, bir anlamıyla dayanılmaz hafifliktir; kaldırılamaz bir ağırlık. Postmodern gürültüyü Nietzsche’yle başlatanların yanılgısı buradadır: Ondaki müthiş ağırlığı “dayanılmaz” hafiflik sanmışlardır. “Ölümünün üzerinden bir yüzyıldan fazla bir zaman geçtiği halde, hâlâ onun sesini duyacak kulaklarımız yok. Yok, çünkü çağımız giderek “ağırlığın” egemen olduğu bir çağ. Yardım Çığlığı başlıklı metninde “Düşmemen için dans etmen gerek!” “(Notschrei, 4. Bölüm) der. Dans, üzerimizdeki ağırlıktan kurtulmanın ilk yoludur: Yerin dibindeki diskoteklerde, güzellik ya da düğün salonlarındaki dans değil, kırlarda doğayla kucaklaşan bir dans! Dans, ruh da dans edebiliyorsa danstır. Ruhsa ağırlaşmıştır: Yaşanandan. Teknolojinin çarkından. İnsanın elini kolunu bağlayan yaşamdan.
Hafif olmak, ağırlığı atabilmek, kendini sevmekle olanaklıdır. Sağlam ve sağlıklı bir sevgiyle. Hafiflik, kendi ağırlığı altında ezilen çağımızda, sığlık, haz düşkünlüğü, sorumsuzluk olarak anlaşılıyor. Üstelik çağımızın kimi düşünürleri, iyiden iyiye hafiflemiş çağda hepimizin zaten uçmakta olduğunu söylüyor. Hepimizin önünde ekran ve ekranda açılan ağlararası (internet) ağlarda düşler, hayaller avlayan kuşlarız. Bakın özgürlüğünüzün keyfine! Hafifliğimizin tadını çıkarın! Uçmak mı istiyorsunuz: Oturun ekranınızın başına, bol bol uçun. Hatta, gerekli simülasyonlarla, kendinizi uçakta, bulutlar arasında sanabilirsiniz. Sanal gerçeklik teknolojisine bindiniz mi, kuş olur çıkarsınız göklere! İşte çağımızın ağırlığı buradadır: Hafif, hafiflik arayışlarında! Ağırlığının bilincinde olmayan bir çağa hafifliği nasıl anlata bilirsiniz? Sürünmeyen, yürürken tökezlemeyen, çukurlara düşmeyen, tabanları yürümekten, dizleri sürtünmekten yaralanmamış bir çağa? Çağımızın hafifliği, ağırlığı tanımayan bir hafiflik olduğu için ağırdır. Teknoloji torpiliyle uçmak değil, Nietzsche’nin kanatlarının aradığı. Farmakolojik uçmak da, ilaçlarla. Nedensiz, bilinçsiz intiharlarla aralanan yaşam kapısından çıkıp, göğe süzülmeye çalışmak değil. Bir kaçış değil, uçmak kapısından çıkıp, göğe süzülmeye çalışmak değil. Bir kaçış değil, uçmak. Bir hazcı çare değil. Sorunlarımızdan hedonistik kurtulma denemeleri. Uçma, tuhaf görünecek ama “uçma ağırlığına” erişmekle gerçekleşir. Uçma ağırlığı, hayatın ağırlığını tanımak, kendimizin ağırlığını taşıyabilmekle sağlanır. Ne demişti Nietzsche: “Hafif olmak, bir kuş olmak isteyen kendini sevmelidir”. Sağlıklı ve sağlam sevgi ile! Kendimizin ağırlığını taşıya taşıya sevmek kendimizi: İnsanları, doğayı severek. Nefreti, çirkinliği duya duya sevmek. Ağırlığın sıkıntısını, kahrını duya duya uçmak.
Uçmanın ağırlaşmayla, sürünmeyle başladığını unutmamalı: Ağırlığının ağırlığını yaşayabilen uçmayı hak ediyor! Zerdüşt bunu söylüyor. Çağımız Zerdüşt’ün çağı değil! Belki hâlâ gelmedi Zerdüşt’ün çağı. Belki hiç gelmeyecek. İnsan uçamadığı için ancak teknolojiyle uçabiliyor. İnsan uçamadığı için ilaçlarla, cinsellikle, esriklikle uçabiliyor. İnsan uçamadığı için, düşlerinde uçuyor. Yine, insan uçamadığı için şamanca, mistik yönelimlerle gözlerini kapatıp, düşüncelerinde uçuyor!Teknolojinin getirdiği rahatlıkla insan uçmuyor, kendini uçurtuyor. “Uçtu uçtu, insan uçtu!” dediğimizde çağımızın çocukları “insan uçmaz, uçaklar uçar” diye biliyor. Peki, uçakların içindeki insan uçmaz mı? Uçmaz. Uçakların içinde insan oturur ve yürür. İsterse zıplayabilir. “İnsanlara günün birinde uçmayı öğeretecek kişi, bütün sınır taşlarını yerlerinden oynatacaktır…” diyor Nietzsche, “bütün sınır taşları havaya uçacaktır önünde bu kişinin.Sınır, düşüncemizin, duygularımızın, kendimize ve gerçekliğe bakışımızın sınırıdır. Henüz insan uçamadığı için sınırlar var. Kollarının içine gizlenmiş kanatlarının ayırdında değil. Kendinin değil de başka şeylerin üzerine binerek uçabiliyor. Siyasal anlamda uluslar arasındaki sınırların kaldırılmaya çalışıldığı söyleniyor: Dünya sonunda kocaman bir köy olacak. İşte size söyleniyor: Dünya sonunda kocaman bir köy olacak. İşte size aşılamaz bir sınır: İnsanın farklılığını, çeşitliliğini, çoğulluğunu önleyen sınır. İnsan, “binip” uçarak, dünyanın çok uzağındaki gezegenlere gitse de gerçekte, kendi içindeki kanatlarını keşfedemediği için sürünmeyi sürdürecektir. Teknolojinin getirdiği olanaklar, iç özgürlüğünü sürünmeyi sürdürecektir. Teknolojinin getirdiği olanaklar, iç özgürlüğünü yaşayabilen, kendi kanatlarını açabilen insanı uçurabilir ancak. Kendi kanatlarımız, ancak kendimizle yaptığımız savaşın, kendimizle giriştiğimiz iletişimin sonunda oluşabilir. İnsanın kendisi olmayı öğrenmesiyle, fark etmediği kanatlarını keşfetmesi birlikte gerçekleşir.
Ahmet İnam ,Aralık 2002, Ankara